Sessiz ve durgun, alabildiğine uzanıyor gece,
Karanlığın koynunda iki hareketsiz koskoca tekne,
Gemimiz delik deşik, batıyor ağır ağır,
zaptettiğimiz gemiye geçme hazırlıkları sürüyor,
Subay güvertesinden kireç gibi ağarmış bir yüzle
kaptan soğukkanlı emirler veriyor;
Yanıbaşında kamarot çocuğun cesedi,
Uzun ak saçlı, bıyıklarını özenle kıvırmış deniz kurdunun ölü çehresi,
Tüm çabamıza rağmen alev alev yanan direkler ve güverte altı,
Hâlâ vazife başında olan iki üç subayın kısık sesleri,
Öbek öbek yığılmış ya da bir başına yatan bedenler,
direklere ve serenlere sıçramış etler,
Kopmuş halatlar, boşta sallanan ipler,
dingin dalgaların verdiği ürperti,
Suskun kapkara toplar, yere saçılmış kovanlar, ağır koku,
Yüksekte sessizce, matem dolu parlayan birkaç iri yıldız,
Deniz melteminin narin püfürtüleri,
sahilden sazlıkların ve kırların ıtırı,
ölenlerin sağ kalanlara son sözleri,
Cerrahın tıslayan bıçağı, testerenin kemiren dişleri,
Hırıltılar, homurtular, fışkıran kanın şapırtısı,
ani haşin bir feryat, uzun boğuk bir inilti;
Onlar… Geri gelmeyecek hiçbiri.
--Aytek Sever’s translation