Türkçeye çeviren: Fahri Öz/ Aytek Sever
Açıklamaları çeviren: Aytek Sever
Şiirin açıklama kısımlarında önsözler Edward Folsom’a, sonsözler Christopher Merrill’e aittir. Bu kısımlarda şiirden yapılan alıntılar için çevirmenlerin önerdiği karşılıklar ise sırasıyla çevirmenler Aytek Sever ve (istisnalar hariç, parantez içinde veya taksim işaretinden sonra belirtilmiş olarak) Fahri Öz’e aittir (ilk yirmi altı bölüm için sıralama böyle olup son yirmi altı bölüm için tersi geçerlidir).
Önsöz 1
Whitman, klasik epiklerin resmî açılışlarını ima edercesine, şiirine geleneksel beşli ölçüyle başlıyor, sonra ölçüyü terk ederek, sürekli değişen ve âna yanıt veren ritimlere sahip, serbest akışlı dizelerle devam ediyor. Savaşın, öfkenin ve uzak yolculukların epik şarkısını söylemesine müsaade etmesi için esin perisini çağırmaktansa, Whitman kendi esin perisi oluyor, kendi şarkısını söylüyor ve epiğinin konusunun kendisi olacağını ilan ediyor. Bu benliği (kendi’yi; self) “kutluyor” (“övüyor”); ve burada “kutlama/övme” (celebrate) sözcüğünün etimolojisi “geri dönmeyi” ya da “sık sık uğramayı” belirtiyor. Şiirin tamamı, Whitman’ın; benliğin (kendi’nin) dünyaya doğru genişlemesinin, giderek daha fazla deneyimi soğurmasının, sonra tekrar kendine daralmasının ve dünyadaki yolculuklarında rastlamayı sürdürdüğü deneyimlerin çılgın zenginliğini içine alıp tutabileceğini keşfedişinin kaydıdır. Şair, ben’in (kendi’nin) sınırlarını genişletmeye koyuluyor – önce tüm Amerikalı yurttaşlarını, sonra tüm dünyayı ve nihayet kâinatı içerecek şekilde. Ben’in (kendi’nin) ne denli uçsuz bucaksız olabileceğini görmeyi başardığımızda, tekrar tekrar geri dönerek onu kutlamaktan başka ne yapabiliriz?
Şiir boyunca Whitman, yeni demokratik ben’in, çelişki ve bölünmeyle dağılmadan evvel ne kadar büyük olabileceği sorusunu teste tâbi tutuyor; ve sınıra ulaşmış gibi göründüğü her seferinde daha da açılıp genişliyor. İlk üç dizede, insanları ayıran, düşmanlık, kıskançlık ve savaş doğuran iki başlıca şeyi; inançları ve mülkiyeti terk ediyor: “Neye bürünürsem ben, ona bürüneceksin sen, / Bana ait her bir zerre sana da aittir zaten” (“Bana ait her zerre bana ait olduğu kadar sana da ait”). Varlığımızın her seviyesinde, malzemeleri, fikirleri, duyguları, temayülleri durmaksızın birbirimize aktarıp değiş tokuş ederiz. Daha dün canlı bir ineği ya da serpilen bir bitkiyi oluşturan atomlar bugün bizim parçamızdır, tıpkı evrendeki kadim atomların aralıksızca etkileştiği ve yeniden düzenlendiği gibi.
Whitman bizi bu sayede iki ana karakteriyle tanıştırıyor: “Ben” (I) ve “Sen” (you). Bu bölüm, “ben” ile başlayıp “sen” ile bitiyor, tıpkı bütün “Benliğimin Şarkısı / Kendimin Şarkısı”nın yaptığı gibi: Whitman’ın “ben”inden, okurlar olarak bu şiirde mesken tutmayı öğrendiğimiz “sen”e enerjinin aktarılışını deneyimliyoruz. “Şarkı”daki “sen”i, bütün bir ulusa ya da tüm dünyaya hitap eder şekilde duymak da mümkün, şu biricik karşılaşma ânında bireysel okura samimi olarak hitap eder şekilde duymak da. Bu, şiirdeki, çevrilmesi en zor sözcüklerden biri, çünkü İngilizce ikinci şahıs (you) hayli kafa karıştırıcıdır: En yakın sevgilimize de, tamamen yabancı birine de, bir odada bizimle baş başa olan tek bir kişiye de, geniş bir kalabalığa da aynı sözcükle hitap ederiz. Whitman, aynı anda hem “sana”, yani “ayrı, alelâde bir kişiye”, hem de “size”, yani “topluluğa”, daima etrafımızda gezinen, yakınımız olmaları muhtemel bir dünya yabancıya işaret eden bu kafa karıştıcı İngilizce zamirin tüm çağrışımlarına göz kırpıyor. Çevirmenler her durumda bu zamirin teklifli mi teklifsiz mi, tekil mi çoğul mu olduğuna karar vermek zorundalar.
Şiirin konuşmacısı “öylece oyalanıyor” (“aylaklık ediyor”) ve “bir yaz çimeni yaprağını” gözlüyor. Şiirin tümü bu edimden türemektedir. Şair, büyüdüğü memleketi ve atalarını düşünürken, her çimen yaprağının bir aktarımın emaresi olduğunu fark eder, tıpkı mezarlardan boy atan çimenler gibi: Ölülerin zerreleri topraktan yeniden yükselmekte ve şairi konuşturmakta, ona geçmişinin şarkısını söyletecek dilin ta kendisini oluşturmaktadır (ve şairin seslendirme vasıtası, sahiden de, üzerinde durup şarkısını söylediği memleketin zerrelerinden oluşmaktadır). Yani “Benliğimin Şarkısı / Kendimin Şarkısı”, şairin “sonsuz bir yolculuk” (“sonu olmayan bir yolculuk”) olarak adlandıracağı serüvenin başlangıcıyla açılır; tüm okurlar için bir kaçış anlatısına dönüşecektir bu yolculuk: Okur, kendisini, bireysel gelişimi engelleyen tüm köleleştirici inanç ve mülkiyetlerden kurtarmalı; “inançları ve mezhepleri muallakta bırakmalı” (“inançları ve ekolleri askıya almalı”) bizleri kanıksanmış “iyi” ve “kötü” kavramlarının ötesine taşıyacak olan, “dizginlenmemiş doğanın” (“ket vurulmamış doğanın”) “ilkel gücü”yle (“hakiki kudretiyle”) ve benimseyegeldiğimiz tüm kısıtlılıklardan azat olmuş doğayla karşılaşmamızı sağlayacak olan bir yolculuğu göze almalı.
--Ed Folsom